9/17/2008

BEN' ler ve ŞEY' ler Meselesi

Yazdıklarım herkese hitap etmek zorunda
değil.Aslında hem zorunda hem değil; isteyen herkes
okuyabilir; ama okuyan herkese hitap ettiği anlamına
gelmez bu. Okumaya başladığı anda ona hitap etmiyor
olsa da okumayı bitirdiğinde hitap edebilir, ya da başka
bir yerde başka bir zamanda olsaydı hiç okumazdı bile.
Yer ve zaman çok önemli elbette. Peki ya kimin yazdığı?

Ben mesela biriyle konuşurcasına yazarım; sanki
karşımda gözümün içine bakan, beni dinleyen anlamaya
çalışan biri varmışçasına. Kişinin karşısındakini kendi
gibi bildiği varsayılırsa bu durumda kişi kitlesini de oto-
matikman sınırlar; ama yazı özgürdür hatta belki biraz
orospudur. Yazdıklarım ve ben arasında bir bağ olduğu
düşünülürse ben de biraz orospu oluyorum; ancak
"" yazdıklarım ve benim aramızdaki "" demeyip ""yazdık-
larım ve ben arasındaki bağ"" demem de göz önünde
bulundurulursa "ben" in de benden bağımsız olduğu ve
her şeyin özgürce dolaştığı bir uzay çıktı ortaya;
ve işin içine "ben"ler girince her şey demekle yetinmeyip
herkes deme ihtiyacı duymam ise kendi kendine karar
verebilmenin, kişi olmanın, yönetmenin, yönlendirmenin getirdiği
önemli hissetme duygularının eseri. Yazı kendi kaderini
çizemiyor değil mi? "Ben" ne istersem o oluyor, nasıl
istersem öyle canlanıyor, sonlanıyor.

Ben sesleri yükseldikçe insanın egosu şişiyor da şişiyor;
lakin yarattığı benler de kendilerini "şey" olarak görmedikleri i-
çin sonunda silahı iktidardaki Ben'e doğrultabiliyor. Halbuki Ben'
in egosu bu kadar yüksek olmasaydı benler de böyle doğmaz,
olmazlardı, ben hep iktidarda kalırdı, hatta benliğini unuturdu,
en güzeli ikitidarı unuturdu.


insanın bütün bunların farkına varması ise ne büyük
bir devrim. İnsan denen küçük bedenin büyük tabloya ilk bakışı:
Uzaktan, geniş, ayrıntısız. Bu an bir flaş patlaması gibi her yeri aydınlatır;
ama dedim ya bir flaş patlaması gibi anlık. Orda rehavete kapılmamalı
bu küçük benlik. YÜRÜMELİ.

İşte Ben'in de kendi farkına varması ve kendi içine
yürümesi çok farklı tanımlanamaz bir deneyimdir.
insanın devamlı kendi kanıtladıklarını çürütmesi, çürüttüklerine yeniden
bağlanması akut dönemin belirtileri arasındadır. Bu bir illüzyon gösterisi.


Bu süre içinde insanın tam olarak neyi fark ettiğini de tam olarak
açıklayamayız. Neyin farkına varıyoruz "ben"e dokunurken, her şeyin mi?
Farkına varmadıklarımız olmasaydı farkındalık da olmaz mıydı? Biz olmaz mıydık?
Bu soruları bir tarafa bırakıp bunun bir süreç bir döngü, sürekli genişleyen bir çember olduğunu varsayalım. Farkında olma ve olmama evreleri.
Yine de insanın aklına sürekli; biri ordayken ötekinin olmadığı geliyor "yok" olduğu.
Ama yok diye bir şey yok yalnızca görülmeyen, görülemeyen var. ( ironide ki güzelliğe
bakın)

Konuştukça, yazdıkça, anlattıkça bitmez, tek bir söz asla yetmez.
Görünmeyen, görülmeyen, görülemeyen, olmayan, yok olan...sürüp gider.

Mesela görünmeyen çok gizemli, "yok"un ise keskin hatları var, katı,
sert, görünmüyor daha yuvarlak daha kadınsı. İşte, tam bu noktadan bir "U"
dönüşü yapıp taa en başa bir gönderme yapalım; sözlerin de farklı karakterlere
büründüğü, farklı roller üstlendiği oluyormuş; fakat yine büyük patron insan.

BEN'ler ve ŞEY'ler meselesi. İnsan nasıl kuvvetli oluyor kağıt üzerinde
elinde kalemle. Ne kadar önemli ve büyük oluyor. BEN'in unutulmaması ne güzel
yazdırıyor, yazılanla yazanı nasıl bir kader bağına sürüklüyor, insanı nasıl yüceltiyor;
ama koskoca evrende o da her şey gibi minicik ve ölümlü. Yazı ise en azından
bu dünyada kalıcı.

1 comment:

yasar said...

diğer yazılarına oranla biraz fazla kafa karıştırmış bu yazı, sinirli bi anda yazılmış gibi=)